Kayıtlar

Hastalık

Kalıplaştırılmış cümlelerin içine sıkıştırılmış beyinlerden algılanması beklenilen onca şeye, hiç sorgulamadan inanan insanlara karşı, dar bir pencereden hayatı gözlemeyi red ediyorum. Dışarıda hayat belki devam ediyor, belki de duruyor. Peki, bu yaşanılan, inanılan kimin hayatı? Kim koydu bu sınırları? Ve neden toplumdan farklı olduğu için yargılanır insan? Herkes gülerken içinde bulunduğu ortamı aldırmayıp, komik bulmadığı için sakin duranda mıdır suç, beyinlerine bastırıla bastırıla "çoğunlukla uyumlu olmak" kavramlarından oluşturulmuş anlamsız sıfatlarla büyütülenlerden mi kaynaklanır? Kaynak, ulaşılmak istenilen fikri engeller. İnsan kendini uyum makinesine çevirir. Bir gelenek haline gelen uyum hastalığı , salgına benzer. Toplum, farklı olanı dışlayarak, eleştirir. Kendi kalemindeki mürekkebin çoktan bittiğinden habersiz.

x

öylesine çok kırılmıştı ki kadın, artık adamın susuşları bile canını acıtmıyordu. ağlamak istiyordu ama ağlayamıyordu. çektiği acılar, üstlendiği yükler sayesinde uyuşmuştu kadın.

Daha Ölmediler

Yirmi beşimde assınlar beni Serçe parmak kalınlığındaki, zeytinyağda bekletilmiş ip ile. İlk, düşüncelerimden hapse tıksınlar, diğer düşünürlerin yanına Ardından; duvarlara yazayım pas tutmaz şiirlerimi Yazayım hepsini, teker teker, tekrar tekrar, alınmasın diye hiçbiri. Bu da batsın gözlere, kapkara zindanlara atsınlar beni Son görüşme listemde fareler yer alsın. Bir onlar, bir de üzerinde oturduğum soğuk tahta olsun Yavaşça, üşümüş elimi cebime atayım desem; anne şefkatine olan özlem Nereye baksam; karanlık Annemi bir defa görsem, ellerinden son kez öperim belki Görmesin annem, getirmeyin idamıma derim belki. Dilime dolanan bir türkü unutturur bunları, şenlenir deli gönül Şenlensin, kötü mü? Sokaklarda dolaşırız, kötü mü? Hepimiz bir Hüseyin, bir Yusuf, bir Deniz'iz Sokaklarda dolaşırız her gün Memleketin her köşesinde, en kuytu yerinde "düşünmek öldürür" cümlesinin yankılandığı kulaklara, bedenlerden ulaşır, çoğalırız Yirmi beşimizde ölürüz. Sahi

Sessizlik

Yaşam için verilen mücadeleler, haykırışlar, diğerlerinin kulak kapamayı seçtiği gerçekler.. İşkencenin diğer adresi; Ulucanlar Cezaevi Mezar taşı soğukluğundaki zemine çıplak ayakları ile zincirlenmiş halde geçen uzun geceler. Bu dönemde böylesine düşündürürken insanı, inandıkları şeyler uğruna can veren bedenler Gencecik bedenler. Daha yeni bıyıkları terlemeye başlayan delikanlısından tut, yaşını almışlara Çocuğundan anasına Bir katliam yeri, bir düşünce katliamı. "Düşünce özgürlüğü"nün ayaklar altına alındığının kanıtı. Bu insanların ölüm nedenleri; yazmak, düşünmek. ya da sadece bir slogan atmak. Neredeyse hepsi, o dönemin üniversite mezunları Korkarak ve susarak yaşanılmadığını, inandıkları doğrultusunda ölümü bile göze aldıkları kareler Bunlar; ölümlere seyirci kalındıktan sonra sessizliğin değil, farkındalığın oluşması gereken kareler.

Yarım

Yavaşça, paltosunun ilk düğmesini açtı. Cebinden çıkardığı sıcacık eli, birkaç saniye içinde buz kesmişti, ama bu onu sigara içme arzusundan ayıramazdı. Hızlı bir hamle ile diz kapaklarına kadar uzanan koyu renk paltosunun iç cebinden paketi kaptığı gibi son sigarasını da dudaklarının arasına yerleştirdi. Kar iyice şiddetini arttırdığından durağın en köşesine kıvrılmış sigarasını iyice içine çekiyordu. Ölmek istermiş gibi, bıkmış gibi. Geciken otobüsü geldiğinde sigarasının yarısına daha yeni gelmişti. Ya bir saat daha bu soğukta bekleyecekti, ya da sigarasına veda edecekti. Hüzünlü bir şekilde yere attığı sigara birkaç kar tanesiyle kendiliğinden söndü. Şoföre şapka kaldırarak verdiği selam ile otobüsün arkalarına ilerledi. Her zaman ki yerine, cam kenarına oturdu. Cam kenarına oturmadan edemezdi. Oturduğu gibi kafasındaki siyah şapkayı çıkararak üzerinde birikmiş kar taneciklerini temizleyip, özenle taranmış saçlarını düzeltti. Otobüsten iner inmez hızlı adımlarla iş yerine girdi. İç

Adı; 'çay' olsun

Ne vardı böylesine sevecek? Özleminden küllere dönüp, bir bar taburesi üzerinde acıyla harmanlanacak Hiçbir şey yoktu, böylesine sevecek. En basitinden; kokun, sarılışın ya da bir bakışın olabilirdi Ama yine de böylesine sevmemeliydi insan. Belki, bir mısrada karşılaşır, hasret giderirdik yıldızlı bi' gecede. Kim bilir, belki de, birleşir, şiir olurduk Beni sevmen için çay mı olmalı illa? Ah, ne zor şeymiş, yalnızlığına çay demlemek Sahi, çay demledim, gelsene.